Kayıtlar

Şubat, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Dondurmam buz kaymaklı

Resim
Yazdan bu yana görüşmediğimiz bir arkadaşım aradı. Ailesindeki hastalıklarla cebelleşmiş, biraz nefes alır almaz aramış beni. Başım çok kalabalıktı ama arkadaşlık, sosyal çevre başka, o lazım diyordu. Sen eskiden bizi dürterdin, zorla çıkarırdın, buluşurduk. İyi gelirdi.  Ben de aynı dertten muzdariptim dedim. Eylülden bu yana kendi sağlığımla dertliydim, yürüyebilsem rahat rahat, çıkmaz mıydım, dürtmez miydim hiç? Üstelik yapıştı kaldı da bu eve kapanma hali. Ama haklısın, zorlamak şart. En kısa zamanda buluşalım. Onunla son buluşmamızda biraz ego savaşı yaşamıştık. Hiç sevmem çünkü geri durmayı beceremem, iş uzarsa çirkinleşirim, sonrasında günlerce kendime kızarım. Fakat elimde değil, bir Arnavut atasözünde dendiği gibi os..ranın önünde s.cacan ki, ..çı yok demesinler. Bu lafı duyduğumda hah, tam benim için söylenmiş demiştim. Beğenerek değil ama artık kabul ederek. Ben ego yarıştırmam ama biri egosunu çıkarır masaya koyarsa ben de benimkini çıkarır koyarım: He, şimdi anlat baka...

Sızı

Resim
Sızım sızım sızlar dişim Çenemde fırtınalar Ve yıllardan beri  baktırmadığım diş taşlarım Sanki benden hesap sorar Bilirim sonu var bunun Bilirim sonu gelir her dişçi koltuğunun Güünaaayydıın. Dün yine dişçi koltuğunda ağzımın bir yanı uyuşuk, çenem ayrık otururken, vız vız dişçi aleti çalışırken zaman geçsin diye bu sözleri uydurup söyledim içimden. Artık o güzelim şarkıyı böyle anımsayacağım, size de bulaşsın, nefret edin benden :))) Daha bir gün olmuştu önceki ameliyatın acısının geçmesi, yine bir hafta acı çekeceğim diye suratsızdım. Bu seferki operasyon dikişlerin alınması ve diş taşı temizlenmesiymiş sadece. Bir sevindim, bir sevindim. Doktor, üç saat bir şey yeme, içebilirsin dedi. Suyu filan kastediyordu tabii ama benim gözümde rakı sofrası canlandı. Üç saat sonra ağzımdaki uyuşukluk geçince kurdum o sofrayı, Önce canım Alev Özkazanç’ın Corpus Dergi’deki söyleşini yürü be kızım, oh be biri anlayabileceğimiz şekilde açıkladı başımıza neler geldiğini en sonunda, gel buraya da...

Haklı olmak yeter mi?

Resim
Yetmez. Güçlü de olmak zorundasın. Sadece haklılığın sebebiyle “A, tamam o zaman, bu senin, al hakkını tabi, buyur,” günlerini çoktan geçtik. Belki de zaten hiç yoktu, olmadı öyle zamanlar. Acı ilacın üstündeki ince şeker kaplamasıydı adalet hissiyatı. Belki dünyayı hiç tanımadık. Belki başından beri başka bir dünya mümkün dediğimde arkasına yaslanıp dişini kürdanla karıştırarak “İyi diyon hoş diyon da herkes boğazdaki yalılarda oturmak isteyince n’apcan? Kim çöpçü olmak ister zorunlu olmasa?” filan diyen, kendinden emin o adam/adamlar haklı. Teorik olarak haklı olmasalar da çoğunluk fikriyatını dile getirerek, çoğaltarak, öyle düşünüp yaşayarak haklı çıktılar işte. Çünkü adalet, ortalama çoğunluğun asgari müşterekte buluşması gibi bir şey oluyor hayatın içinde. Asgari hayatlar, asgari fikirler, asgari ücretlere kadar gidiyor bu hal. Al, bıyır, sonuç ortada. Dün çok sevdiğim bir arkadaşım aradı. Geçen yıl ikimizin de evden çıkma isteksizliği yaşadığımızı fark edip haftada bir gün buluş...

Şarkı söylemek lazım

Resim
 Dün öğleden sonra ufak çilingir soframı kurdum,  (diyerek tam yazmaya başladım, yarım saattir bana yüz vermeyip orada burada takılan Loki geldi, göbek açtı. Bu kadarı da tesadüf olamaz, bakın siz de görüyorsunuz kaç gündür hep aynı şey oluyor. Benim yazmamdan ne istiyor bu kedi ya? Göbeği sevdim, oyunvari ısırıklardan payımı aldım, beyefendinin yatağını -ki, orası benim yatağım aslında ama tabii ki evdeki her yer onun- yaptım, penceresini açtım, gönlü olunca da geri geldim yazmaya) Evet, dün öğleden sonra iki meze, bi tek rakıyla kurdum çilingir soframı, açtım önüme smule’ü meşk ettim. Canım ecnebi şeyler söylemek istiyordu, Funnel of Love zaten kulağımdaydı, onunla başladım, biri smule’de hiç söylenmeyen ama benim çok sevdiğim iki şarkıyı düete açmış, Woodkid’in İron’ı ile Space’in Begin Again’ini, oh, onlara da eşlik ettim, üstüne ufak bir funk, Should I stay or Should I Go.  Neşem yerine geldi. Rakı insanda türkü söyleme isteği uyandırır, onu da Ötme Bülbül diyerek gi...

Biri kapasın şu kapıyı! Lütfen!

Resim
Sabah mı gece mi bilmem, saat beşte kalktım. Soğuk. Çok soğuk. Kombiyi kökledim ama yetmiyor, yetemiyor. Uyuyup uyandığım o aralıklarda aklımda bir şarkı, gitmiyor, gidemiyor.  Gir içeriye kapıyı kapat etme bi kelime suratıma bak… Delireceğim, bu şarkı aklıma nasıl takılmışsa uyandıkça tövbe deyip tekrar gözümü kapatıyorum, az dalıyorum, hadi gene gir içeriye kapıyı kapat….  Unutayım diye aklıma türkü getiriyorum, tekerleme getiriyorum, kafama bere takıp gözüme kadar indiriyorum. Olmuyor, olamıyor. Etme bi kelime, suratına… O kapıda durup bu kıza bu şarkıyı yaktıran kimse, bilsin ki uykumun içine etti. Gir içeri kardeşim.o kapıyı da kapat, başlayacağım nazına. Bırak uyuyalım. Kapına da pencerene de… Zaten kahvaltılar ve akşam yemeklerinde izlediğimiz Avrupa Yakası’ndaki Volkan sayesinde yıllar sonra hortlamış fındık fıstık oof oof kabusu da var. Böyle kafaya takılıp uyku kaçırtan şarkılar yasaklansın! Kalben yasaklanmasın ama. Bazı insanlara tuhaf geliyor davranışları. Çünkü s...

Güüüünaaayyydıııın

Dişimdeki acı geçmiş, uykumu almış olarak, erkenden, misler gibi uyandım. Mızmızlanmayan bir benle karşınızdayım. Karnım aç değilse, hasta değilsem, uykumu almışsam ve üşümüyorsam ya da pişmiyorsam bir yavru köpek kadar mutluyumdur genelde. Şu an hev hev halimdeyim. Bir salladığım küçük kuyruğum eksik. Hayat ne güzel bi şey di mi? Düne damgasını vuran etkinlik, mutfakta en beceriksiz olduğumuz kısımda gerçekleşti: Hamur işleri. Ben sabahtan pizza kraker denilen bir tarif uygulamaya çalıştım. Normalde amaç hamuru ince açıp kraker gibi bir şey pişirmekti. Benimkiler yırtılmakta inat edince kurabiyeye çevirdim. Pek fena olmadı ama öyle aman aman da başarılı değildi. Yine de Erkut’un öğleden sonraki ıspanaklı el açması böreğinin yanında Michelin yıldızı alırdı yani. Onun açmaya çalıştığı yağlı hamurun videoda izlediğimiz gibi ay bak ne kolay açılıyor, olay bol yağda tabii iyimserliğiyle alakası yoktu. Ortaya bir vahşet çıktı. Burayı okuyacak olursa çok kızacak ama ben dediydim, bunun unu a...

Pembe Gün

Resim
 Altıda uyandım. Hava aydınlanmadan uyanmayı sevmiyorum. Sanki bir önceki gün bitmemiş de, yeni bir şeyler başlamıyormuş gibi. Dün sevimsizdi, bitecek diye hevesle sabahı beklemiştim oysa. Şimdi huysuz, uykusuz, ağır, canı sıkılmış hissediyorum ki, acilen bu halden kurtulmam gerek.  Perdeler kapalı, ışıklar açık, böyle de sabah mı olur? Sonra baktım içeri yavaştan bir gün ışığı sızıyor perdelerden. A, doğmuş güneş. A, incecik, sarı pembe bir ışık. Lambaları kapadım, perdeleri açtım, gün şimdi başlıyor. Dün akşamki kitap okuma grubumuzda bir psikolog arkadaş, kapitalizmin acıyı, mutsuzluğu sağaltmak üzerinden de şekillendiğini söylemişti. Fiziksel acı için ağrı kesiciler, ruhsal acılar için alışveriş, aşk acısı için yeni bir aşk buluvermek hatta. Konu acıya Mülksüzler’i okuduğumuz için gelmişti. Shevek Mülsüzler’de acının hayatın kendisi olduğunu söylüyordu çünkü. Acıyı kabullenmek ve ötesine geçmekten, orada bir şeyler bulabileceğimizden bahsediyordu arkadaşlarına. İnsanlar bi...

Acı var mı acı?

Dün gece sağ tarafıma yatmışım, ameliyatlı dişin üstüne, gece acıyla uyandım. Bir parol çaktım, uzun uzun uyudum. Şimdi biraz sersem gibiyim, epeyce de ağrılı. Yapacak bir şey yok, şişti suratın sağ tarafı. Acıyor namussuz. Dişçi de sağolsun en arkaya ulaşacağım diye dudağımın kenarını iyi yırtmış, tesisat döşeyecek malum. Dudağım da yara. Ağzımı yüzde otuz kayıpla açabiliyorum. Ay,  bu da geçer, bu da geçer. Eylülden beri sağ bileğimdeki eski çatlağın (oraya motor arkasındayken kamyon girmişti) ağrısının nüksetmesiyle başlayan oram ağrıyo buram ağrıyo sürecim, sağ diz (sol dize yüklenmemeye çalışırken sakatlamıştım) sol siyatik (yoga yaparken başımı ayak bileğime değdirmeye çalışırak halletmiştim) sağ kol (travel town oynarken hırs yaptım) komple boyun (kesin bunlar geçsin diye yatıp durmaktan oldu) sol diz (ohoo en eski derdim, onu da motoru devirince halletmiştim sanırım) diyerek sağlı sollu kroşelerle devam etti. Bunların hepsi biri bitip biri başladı şeklinde gelişti. Öyle ki,...

Unutmuşum

Unutmuşum blog yazmayı. Yönetmeyi, yeni yayın eklemeyi filan. Uğraşırken de hevesim kaçıveriyor. İPad’de yazmaya da alışamadım zaten yıllardır. Bu işi karakarakartallar diye daktilodan öğrenmiş nesildenim sonuçta. Klavyemin tuşlarına hâlâ tak tak basarım. Değişmedi, değişmez.  Word’ün canını yiyeyim ben. Onun hakkıdır yazarlığımın yarısı.  Bu işe ekmekçikız’ın her güne üç güzel şey demesiyle, Şule’nin güzellikler defteri diyerek devam ettirmesiyle heveslenip başladım. Geç bile kaldım. Her sabah onları ve takip ettikleri sayfalardan diğer güzel kadınları bulup okuyarak twitter gündemini  karabasanından kurtuldum. O halde hadi ben de yazayım şuraya üç güzel şey dün için. Mızlanıp durunca elime ne geçiyor sanki? Kendimi gaza getiriyorum anca. Loki göbek açtı, ilgi istiyor tam şu an. Bir göbüş sevip geliyorum geri, durun. Yok, başka bir şey istiyormuş, göbek sevemedik bu sabah. Henüz. Ne istediğini de anlamadım ama büyük ihtimalle yazmama bozuldu. Ciddiyim, bu kedi ne zaman y...
Gidenler, gidebilenler gitti.  Kalanlar, biz, buradayız. Bugün burada kalmayı yüreğimize yedirebiliyor, her gün sağ kalmayı başarabiliyorsak, sürünsek de ölmemeyi başarabiliyorsak, bu kadar azla yetinebiliyorsak  Diyebiliyorsak, yaşadığımız bu hayat da bir hayattır Yaşanan acıları sağaltmak şimdilik elimizden gelmese de, hayatımızı tanık tutmaya devam ediyoruz. Burnumuz sürtülmüş, boynumuz eğik, dibine kadar yenik olsak da Omelas’ı terk etmedik işte. Buradayız.