Pembe Gün

 Altıda uyandım. Hava aydınlanmadan uyanmayı sevmiyorum. Sanki bir önceki gün bitmemiş de, yeni bir şeyler başlamıyormuş gibi. Dün sevimsizdi, bitecek diye hevesle sabahı beklemiştim oysa. Şimdi huysuz, uykusuz, ağır, canı sıkılmış hissediyorum ki, acilen bu halden kurtulmam gerek. 

Perdeler kapalı, ışıklar açık, böyle de sabah mı olur?

Sonra baktım içeri yavaştan bir gün ışığı sızıyor perdelerden. A, doğmuş güneş. A, incecik, sarı pembe bir ışık. Lambaları kapadım, perdeleri açtım, gün şimdi başlıyor.

Dün akşamki kitap okuma grubumuzda bir psikolog arkadaş, kapitalizmin acıyı, mutsuzluğu sağaltmak üzerinden de şekillendiğini söylemişti. Fiziksel acı için ağrı kesiciler, ruhsal acılar için alışveriş, aşk acısı için yeni bir aşk buluvermek hatta. Konu acıya Mülksüzler’i okuduğumuz için gelmişti. Shevek Mülsüzler’de acının hayatın kendisi olduğunu söylüyordu çünkü. Acıyı kabullenmek ve ötesine geçmekten, orada bir şeyler bulabileceğimizden bahsediyordu arkadaşlarına. İnsanlar birbirine el uzatabilir, toplumsal acıları çözebiliriz ama insan acısında yalnızdır diyordu. 

Ömrüm boyunca acıdan, mutsuzluktan kaçtım ben, dedim. Kapitalizmin vaz ettiği tüm ilaçları peynir ekmek gibi yedim. Yerim de. Ağrı kesici de alırım, hiç düşünmem, kendimi zorla mutlu etmeye de çalışırım, ikiletmem.Kardeşimle konuşmuştuk bunu, biz neden iyimseriz, neden mutsuzluğa tahammülümüz yok? 

Dedik ki, mutsuz olunca çok mutsuz oluyoruz biz. Öyle mutsuz oluyoruz ki, bu şekilde devam etmek çok zorlaşıyor.

O yüzden, büyük ihtimalle hiç derinleşemeden, yüzeysel yüzeysel yaşayıp öleceğim. Bunu da tercih edebilirim. Bu da benim hakkım.

Shevek, eşitziliğin, hapishanelerin, grup şiddetinin, devletin  olmadığı bir dünyada yaşıyor. O nedenle bireysel acının dibine inip “insan” olmayı deneyimleme şansını kullanabilir. Ama ben toplumsal acılardan öyle bir dertliyim ki, bir de kendiminkiyle uğraşamam.

Öyleyse dünün üç güzeline üç adet arveles yazıyorum. Birazdan kalkıp şu nefis pembe ışığa bakacağım, mutlu olmak için en ufak şeyleri abarttıracağım kendime.

Corpus Dergi’yi takip ediyor musunuz YouTube’da. Bu söyleşiyi kaçırmayın mesela.





Yorumlar

  1. Evet, beceremiyoruz sadece kendi mutsuzluğumuzu kurcalayıp oralardan sadece kendimize dair dersleri alıp çıkmayı. O yüzden n'apıyoruz? ölcez madem yiyelim badem. Bu arada o kadar çok oldu ki o bahsettiğin saatlerde uyanmayalı. Hayatımın bir evresinde haftada iki kez okulun allaaan unuttuğu bir yerdeki işime gitmek için 5:30'da kalktım ve hayatımın en kötü yılıydı. Sabahlamayı severdim eskiden ama. o güzel.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Erken kalkmakla ilgili derdim yok. Biliyorsun, yıllarca ben de o saatlerde uyanıp işe gittim. Uykumu aldıysam sorun olmuyordu. Benim derdim ışıkla. Işıksız sabaha kalktığımda yeni bir güne başlamış gibi hissedemiyorum. Güneş benden önce doğsun lütfen:)

      Sil
  2. geçenlerde kendi kendime düşünmüştüm bunu, "ben mutsuzluktan kaçan biriyim. oğlumu da öyle yetiştirdim ,başkaca bir yol bilmiyorum çünkü- ama kötü mü yaptım acaba" diye...son zamanlarda her konuyu bir şekilde oğluma ve "ben neyi yanlış yaptım" diye sorgulamaya getirebiliyorum itinayla ne yazık ki :(
    ay aman ne yapalım bu da biziz ayol, şarkı, türkü, şiir, dostluk...güzelleştirmezsek hayatı ne yapacağız ki (burada ayıpçı bir atasözü var kullanabileceğim ama edepli bir insan olduğumdan yazmıyorum :P)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şuleee, anneliğin yüzde doksanı diken üstünde yaşamaktan, kendini sorgulamaktan oluşuyor diyorum bazen. Ay nesini eksik bıraktım, nerde yanlış yaptım… Anne olduğumuzda bize tanrısal bir güç gelmiyor ki oysa. Kendimiz kadar insanız işte. Geçenlerde bir arkadaşıma dediğim gibi ben iyiyim dışarısı kötü. Ne yaptıysak iyi niyetle yaptık diyorum ve tüm edebimle, ediyorum, et diyorum :)))

      Sil
  3. Mutsuz olmak ve bunu sürdürerek çoğaltmak yerine bazı küçük direnişlerle ayakta ve hayatta kalmak yöntemini benimsiyorum. Sonuçta ortaya çıkan daha kötü olmuyor bence. :)
    Sabah aydınlığını seviyorum, sabahları seviyorum zaten. :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Unutmuşum

Acı var mı acı?