Kayıtlar

Mart, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Omelas’ta yaşamak

Resim
 Bazen Omelas’ta olanlar insanların vicdanına ağır gelir.  Bazen hapsedilmiş çocuğu kurtarmak için uğraşırlar. Bazen Omelas’ta başka türlü birkaç gün yaşanır.

Tembel günler

Resim
 Dün bir arkadaşımın daha hastalığının ilerlediği haberini aldım. Büyük dayımız da hastaneye kaldırılmış. Oradan buradan başka böyle şeyler de duyup duruyorum. Aman be dedim, kendimi şarkı söylemeye vurdum yine. Onun dışımda biraz çiçeklerle ilgilendim. Bugün daha çok bakacağım onlara.  Mart değil Nisan sonu filan gibiydi hava. Bütün gün kapı pencere açık oturduk. Gece yatarken belki üşürüm diye kombiyi biraz yakayım demiştim, sen misin yakan! Sabaha karşı sıcaktan bunalıp ter içinde uyandım. Sonra ezan başladı. Sonra kuşlar, sonra alt kattaki köpeğimiz Toni, arkasından Loki… Bütün hayvanlar enerji dolu maşallah. Loki dört gündür kuduruyor. Kış boyu yattığı minderden böyle hörrrr diye canavar gibi kalktı. Bir o yana bir bu yana koşturuyor. Hiç bir şey yapmasa gelip bacağıma minik pati atıyor, kalk iki oynayak diye. Bense oturduğum her koltuğa yapışıyorum adeta. Yorgunluk değil de, ayy ne güzel oturuyorum işte, niye kalkıcam ki halinde.  Eh, bu durumda en iyisi yat kızım a...

Yaşasın toplu taşıma!

Resim
 Emirgan’a gittik N.cüğümle. Henüz dallar yeşermemiş, lalelerin bidicik yeşil sapları görünüyor. Kediler tokça, martılar tok bile olsalar hep aç. Yanımızda götürdüğümüz kedi mamalarını aralarında kavga dövüş olmadan bitirdiler. N. karanfilli tarçınlı bir çay demlemiş, yanına peynirli sandviç. Zaten bunları hep o düşünür, canım benim.Bir de tam hizmet; gelir beni arabayla alır, geri getirir filan. Biraz yürüdük, çokça orada burada oturduk. Açmış nergisleri, sümbülleri kokladık. Bir kez daha İstanbul ne güzel dedik, hayat ne güzel. Bu da klasiğimiz, evden çıkalım buluşalım der, çıkana kadar üşenir sonra gittiğimiz yerde bir noktada bu sözleri söyleriz, güleriz. Epeyce gezmişliğimiz, birkaç güzel mekan keşfetmişliğimiz var. Son kararımız, nerede Beltaş bulursak, orada oturmak. Çayı kahvesi yemesi içmesi hem güzel hem de hesap ödeyince sinir basmıyor insana. Zamanında ikimizin de cafe, restoran işletmişliğimiz var. Fahiş fiyatlara hak vermiyor değiliz hesaba vurunca ama sonuç değişmiyo...

Dün dökümü

Resim
 İki gündür bebek adımlarla en hafifinden Leslie’yle yürümeye başladım terasta. Sadece on dakika şimdilik. İkindi zamanı da E. İle cadde başına kadar yürüyüp dönüyoruz. O da en fazla yarım saat. Bilekten dizden koldan aldım ağzımın payını ya, öyle deli gibi abanmıyorum. Yine de bu sabah uyandığımda sağ omzum, dirsek ve diz merhaba biz buradayız dedi bana. Yav, ne olacak bu işin sonu? Yürümeyeyim mi, esnemeyeyim mi, hiç mi spor yapmayayım, n’apim ben? Sabahtan romana oturdum, bir sayfa çıktı yine. Üzmüyorum, kasmıyorum, yazmıyormuş gibi yapıyorum kendime, bakalım… bakalım. Enis Batur’un bir söyleşisini izledim. Orhan Pamuk buna dermiş ki, sen iyi bir cümle yazınca yerinden kalkıp bi dolanmıyor musun yani? Enis bey dolanmaz, devam edermiş. Ben de sağlamca yazdığımda kalkıp süpürge yapıyorum, toz alıyorum. Yalnız değilmişim, işten kaçmak değil kafa toparlamakmış o yaptıklarım bak. Bir ara ev işi yapmanın en kolay yolu yazmaya oturmak diye gülüyordum kendime.  Severance’ın bölümle...

Şiir bir nedir?

Resim
 “Aman, herkesin bir derdi var işte,” dersen sen konuşmuş olursun. “İnsanoğlu gamdan hali değildir/ Her birini bir efkara yazmışlar” dersen şiir seninle konuşmuştur.

Kutlu olsun günümüz

Resim
 Dün dişçim işimi bitirip, taa Haziran’a kadar gelme artık deyince neredeyse boynuna sarılacaktım. Korku filan değil artık, can sıkıntısına dönüyor çünkü ay buram acıdı, şuram ağrıdı şeyleri. Öyle mız mızz arkanda kambur gibi. Eve hoplaya zıplaya geldim. Hemen kararlar aldım, yarın sabah spor rutinime başlayacağım. Yürüyüşlere çıkacağım. Getirin soframı, çalsın sazlar oynasın kızlar. Teyzemiz şu an ameliyatta, aklım onda. Dün konuştuğumuzda hiç kendisine yakışmayan bir şekilde neşesizdi sesi. Yine konuşuruz teyzecim deyince inşallah dedi. İçim burkuldu. Anneciğimden bir kan tahlili ve renkli doppler (böyle mi yazılıyor bu?) istemiş doktoru. O da iyi olsun, bitanem benim. Arkadaşımın kitabı çıktı geçen hafta. Hemen gidip alayım demiştim ama fırsat bulamamıştım bir türlü. Dün Mecidiyeköy’deki İstanbul Kitapçısı’nda buldum. “A, bu sabah geldi. Yeni dizdik,” dedi kasadaki kız. Kapakta Oğuzcuğumun tanıdık eli.  Didem çok iyi bir editör, çok da can bir Ankaralı kadındır. İlk görüşte...

Sağlık olsun

Resim
 Evveli gün sokakta çok gezdim ya, dün kendime kitap partisi verdim. Bu da şu demek: İş güç yapmıyorsun, yatıp kitap okuyorsun bütün gün.  Figen Şakacı’nın Bitirgen’ini bitirdim önce. Ne güzel yazıyor Figen Şakacı. Geçen yıldı sanırım, Pala Hayriye’sini okumuş, pek sevmiştim. Hadi ondan devam edeyim deyip Kesekli Tarla’ya geçtim. Üç öyküden sonra canım roman çekti. Afşin Kum’un Sıcak Kafa’sını okudum. Hızlı ilerliyor zaten, öğleni az geçe o da bitti. Kitap güzel ama dizisini daha bir beğenmiştim. Neden devam etmediler ki? Yazık. Hadi tekrar öykü okuyayım diye Melisa Kesmez’in Nohut Oda’sına başladım. Onun öyküleri de başladın mı bırakamadığın çekirdek gibi. Hafifliğinden değil sürükleyiciliğinden bahsediyorum elbette. Sonrasında elimdeki kitaplardan hangisini okusam diye her birinden on on beş sayfa okuyup sıradaki kitabı belirleyeyim dedim. Artık işin o kısmı da, hani süper bir sofrada tıka basa doyarsın ama gözün hala yemededir, o hesap oldu.  Bunların hepsi iyi oldu. F...

Türkiye Kadıköy Olsun!

Gültepe’den Kadıköy’e gittim bugün. Dünya değişiyor, biliyor musunuz? Hani bizim buralar kıçı başı oynayıp duran Merkür’se mesela, Kadıköy galaktik konsey. Te o derece! Ne güzel bir güneşti o, güzel İstanbul’um benim. İyi ki sabahtan düşmüşüm yollara. Yüzümde bir gülümsemeyle dolmuş beklerken, karşı kaldırımda on dört on beş yaşlarında, genç irisi bir kız “Dayııı!” diye bağırdı gülerek. Dayısı da taş çatlasa yirmi yaşında bir oğlan, altında modifiyesi sağlam, çıkartması bol, ucuz bir motor, gurrr gurr edip lastikleri yakarken “Ne  baarıyon kız çingene gibi?” dedi bağıra bağıra. İkisi de çingene bu arada. Bizim yan sokaktalar. Beşiktaş’tan vapura bindim. Gökyüzünde sevdiğim tek martı türü, hani şu küçücük, bembeyaz, gagası kavuniçi olanlar. Denizde her dalganın başında balkıyan güneş… Yarabnim sen büyüksün, bu şehri yaratan insanlar büyüksünüz… Hayran hayran ülkemi seyrettim. Gözümü camdan ayıramadım. Yolda sıkılır da kitap okurum diye taşıdığım İPad’e yandım.  Beşiktaş iskeles...

Edip Akbayram

Resim
Babam kasete çektirip getirmişti. Dinlediğim ilk şarkısıyla anacağım onu.  Bir yılbaşı akşamında yakın aile dostlarımızla, bizim evde toplanmışız. Annem ve diğer kadınlar mutfakta konuşa gülüşe son hazırlıkları yapıyor. Erkekler bol hazırlıyor. Bol dedikleri votka, kanyak, şarap…. Artık ellerine ne geçerse hepsini katıp karıştırdıkları koca bir çanak içki bu bol. Rengi çok güzel, ilerleyen saatlerde bize de bir kaşık olsun tattırırlar. (Şimdi düşünüyorum da, sağlam içiyorlarmış. O ne be?) Biz çocuklar salonda, büyüklerin deyimiyle “kuduruyoruz”. Ellerimizde kuruyemişler “Sakın çok yiyip de karnınızı doyurmayın bak!” Siyah beyaz televizyonda kıvırcık saçları ortadan ayrılıp yanlara yapıştırılmış, üstünde kaftan,  boynunda iri bir kolyeyle şarkı söyleyen Edip Akbayram var: Hızlı hızlı giden yolcu/Bu mezarda bir garip var. O yıl babam bir kaset çektirip getirmiş. İçinde bir şarkı, bir billur ses. Kükredi Çimenler diye başlıyor şarkı. Sözlerini teybi durdura durdura yazıp ezberliy...

Hem okudum hem dinledim, yetmedi izledim

Resim
Geçen hafta boyunca okuduklarım:  China Mieville - Yeni Crobuzon Üçlemesi’nin ilk kitabı, Perdido İstasyonu Ben bu adamı çok tutum. Bilimkurgu ve fantastiğe soldan soldan, sağlam bir nefes getirdi. Fakat yarattığı dünyalar o kadar detaylı ki,  bir nefeslenmek istiyor insan o nedenle ikinci kitaba geçmeden önce başka bir şeyler okuma ihtiyacı hissettim. Böylece kardeşimin izinden gidip Han Kang’ın Vejetaryen’ini okudum. Güzeldi. Ekmekçim de okumuş kitabı, onun sayfasında da bahsi geçti. Aklıma geldi, bir ara hemen ertesi hafta getiririm diye ondan alıp da, altı yıl sonra iade ettiğim kitaplardan biri de Han Kang’ın değil miydi? Hani kapağında saç örgüsü olan? Oradan hadi bir Japon daha okuyayım dedim, karşıma Naomi: Bir Aptalın Aşkı çıktı. Yazarı Cuniçiro Tanizaki. Kendisi Japon edebiyatının babalarından sayılıyormuş. Kitap Japonya’nın batılılaşma aşkı merhalesinde değişen kadın erkek ilişkilerini ele alıyordu. Bizim Reşat Nuri’nin, ama daha çok Hüseyin Rahmi’nin ele aldığı kon...

Zalımsın dünya

Resim
Dün şeker mi şeker bir güneş vardı. Sabahtan dışarı çıkalım, ormanda yürüyelim bugün diye geçirmiştim içimden. Erkut’un abisi ve eşi bizim yürüyüş yaptığımız ormanın tam dibine taşındılar. Birbirimizi severiz. Uzakta oturdukları için ayda yılda bir görüşüyorduk, şimdi haftada bir buluşur olduk. Bir köpekleri var. Karların içinde yaşamak için biçimlenmiş, bembeyaz, çok tatlı. Geçen hafta eve girmek bilmemiş, kar onun memleketi ne de olsa. Memleketinde yatmış yuvarlanmış, çok mutlu olmuş. Her sabah ve akşam ormanda yürüyüşe çıkarıyorlar onu, kendileri de spor yapmış kadar oluyor böylece. İşte, biz de o yürüyüşlerden birine katılalım diye geçirmiştim aklımdan. Fakat her zamanki gibi günümüz geç başladı, gündelik işler bittiğinde saat artık dört olmuştu, benim de canım nohutumu pişirip kitap okumak, dizi izlemek ister olmuştu. Kısmet yarına diye düşünüp hiç dürtmedim Erkut’u çıkalım diye. Fakat abisi aradı. Kanyon’a gelmişler, sizi de alalım dönerken, Oxy’i gezdiririz, sonra da bizde akşam...

Hırsız Kulak

Resim
Şu an salona dolan gün ışığını görmenizi, onun ruhumda yarattığı nikbinliği, letafeti hissetmenizi bilseniz ne çok isterdim. Dün gece uyurken ve bu sabah uyanıp ortalık toplar, çay demler, sigara sararken Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Boşanmış Kadın adlı öyküsünü dinlediğimden mütevellit bu normalde kullanmadığım kelimeleri kullanışım. Hırsız kulak var bende. Bunu öykülerde bilerek kullanıyorum. Şimdi yazdığım hikaye Ursula’nın üslubunda olacak, bu Orhan Pamuk, bu Nezihe Meriç,…Memduh Bey’imi denesem mi? İşte böyle yazmıştım bir ara. Sonrasında onlardan da çıkıp kendime döndüğünü üslubumun, hayret ve neşeyle görmüştüm. Kendi kendime uydurduğum melodilerde daha çok çıkıyor ortaya bu hırsız kulak mevzusu. Melodiyi unutmamak için hemen üstüne uyduruk birkaç söz yazar, sonrasında düzenler, yanımda o an hangi gariban varsa “Dinle bakayım, ben bunu hangi şarkıdan çalmışım?” diye yakasına yapışırım. En iyisi Ayş’tır. Hemen çıkarır, “Abla Tarkan bu,” der mesela. Bazen de yav bi şeyi andırıyor ama ...